Adaletin Temelleri ve Toplumsal Düzen: Sosyal Medya Yargısının Tehlikeleri
Son dönemde sosyal medya platformlarında hiçbir kurala bağlı olmaksızın değerlendirmeler yapılıp adeta yargılama ve soruşturma süreçleri yürütüldüğüne tanık oluyoruz. Bu olgular, bireylerin haklarını ve toplumsal düzeni tehdit eden ciddi tehlikeler barındırmaktadır. İnsanoğlu, yeryüzüyle buluşmasından itibaren hemcinsiyle olan ilişkilerinde sınırlar çizmek, yaşamına müdahaleyi engellemek ve onurunu korumak amacıyla kurallar geliştirmiştir. Ancak, bu bireysel çabalar yeterli olmamış ve zamanla büyük toplumsal kümeler içinde yaşamını sürdüren insanlar, daha karmaşık kurallara ihtiyaç duymuştur. Devletlerin doğuşu da bu süreçlerin doğal bir sonucudur.
İletişim, insanın temel ihtiyaçlarından biridir. Tarih boyunca telgraf, telefon, radyo ve televizyon gibi çeşitli iletişim araçları geliştirilmiş, bu araçlar insanlık için birer çözüm aracı haline gelmiştir. Ancak, iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte kuralların ihmal edilmesi, çatışmalar ve savaşlara yol açmıştır. Bugünkü demokratik sistemler, uzun ve acı bir tarihsel sürecin sonunda ortaya çıkmıştır. Bu süreçte insanlar, iletişim araçlarını etkin kılmak için çeşitli kanallar bulmuş ve her biri insanlığın menfaatine kullanılarak bugünkü seviyeye ulaşılmıştır.
Bireysel merakın ve toplumsal merakın küçümsenmesi ya da engellenmesi mümkün değildir. Bütün gelişmelerin temelinde şeffaflık, inceleme, araştırma ve sorgulama yer alır. Ancak bu merak, insan haklarını ve toplumsal düzeni zedeleyecek şekilde yönlendirilmemelidir. Özellikle sosyal medya platformlarında organize bir şekilde yürütülen ve hiçbir kurala bağlı kalmaksızın gerçekleştirilen bu tür süreçler, adalet duygusunu zedeler ve toplumun güvenini ortadan kaldırır. Günümüz sosyal medya yargılamaları, adeta medyanın sihirli mermisi olarak kullanılmakta ve arka plandaki organizasyonlarla birleştiğinde, toplumu topyekûn yok etme tehlikesi taşımaktadır.
Toplumların düzenini korumak amacıyla bazı kurumlara yetkiler verilmiştir. Özellikle mahkemeler, bireyleri ve toplumu korumak amacıyla kurulmuşlardır. Bir meseleyi hukuki kurallara bağlı kalarak çözmek ile kuralsız çözmek, birbirinden çok farklı sonuçlar doğurabilir. Türkiye’de mahkemeler, hukukun verdiği yetki kapsamında soruşturmaları en ince ayrıntısına kadar yürütmekte ve düzenli bir şekilde işlemektedir. İnsan hatasının olduğu yerde elbette hatalar olabilir; ancak bu hataları ortadan kaldıracak mekanizmalar da geliştirilmiştir. Kırsal alanlarda ya da şehirlerde, hukukun verdiği yetki çerçevesinde soruşturmalar yürütülmekte, deliller toplanmakta ve bu delillerin hukuki geçerliliği belirlenmektedir.
Ancak, sosyal medya platformlarında yapılan yargılamalar ve bu süreçlerin sonunda gerçekleştirilen infazlar, öncelikle bireylerin onurunu ve yaşamını zedelemekte, toplumu ve devleti karşı güven duygusunu ortadan kaldırarak kaosa zemin hazırlamaktadır. Bu tür süreçlerde, gerçeklerden uzaklaşarak kötü niyetli bir sürecin başlatılması, toplumun adalet duygusunu zedeleyerek bireylerin kaygılarını artırır ve karamsarlığa sürükler. Ünlü Türk atasözünde de belirtildiği gibi, kan kanla yıkanmaz; kötülüklerle mücadele etmek, onları yayarak değil, hukukun ve etik kuralların çerçevesinde kalınarak mümkündür.
Örneğin, Türkiye’de yaşanan bir cinayet olayı, medyada ve özellikle sosyal medyada günlerce, haftalarca tartışılmış, sanal mahkemeler kurulmuş ve herkes bir sonuca varmaya çalışmıştır. Ancak tüm bu spekülasyonlara rağmen, kimse gerçek hükme ulaşamamış, cinayeti kimin işlediği konusunda kesin bir karara varılamamıştır. İşte mahkemelerin görevi, süreci titizlikle yürütmek ve sonuçlandırmaktır. Ancak bu süreçlerde adalet duygusunun zedelenmesi, toplumsal güveni derinden sarsar.
Son günlerde adalet duygusu üzerinden masum vatandaşların duygularını kullanarak güvensiz bir ortam yaratılmaya çalışıldığına dair ciddi endişeler bulunmaktadır. Türkiye’deki tüm kurumların asıl ve yegâne amacı, toplumsal düzeni, kamu sağlığını ve kamu barışını sağlamaktır. Toplumun huzuru ve barışı için rasyonel iletişim kurarak karşılıklı çözümler üretilmeli; kişisel çıkarlar veya kurumsal hırslar uğruna toplumsal düzen bozulmamalıdır. Unutulmamalıdır ki, bindiği dalı kesenler, dal kırıldığında gerçeği anlayacaklardır. Bu nedenle, toplumsal düzenin korunması için adaletin temeli olan kurallara sadık kalınmalı ve toplumun güvenini zedeleyecek adımlardan kaçınılmalıdır.
Sonuç olarak, savaşın da bir hukuku olduğu ve suçla mücadele etmenin kurallara bağlı olduğu unutulmamalıdır. Mağdurla sanık, şikayetçiyle şüpheli bir değildir; ancak toplumsal süreçler tamamlanmadan hüküm vermek, herkesin canını acıtacaktır. Cumhuriyet döneminde dahi haksız yere oluşturulan delillerle idama mahkûm edilen ve infaz edilen kişilerin varlığı, bu durumun ne kadar tehlikeli olduğunu bir kez daha göstermektedir. Hukuki süreçler mutlaka hukukçular tarafından takip edilmeli ve onların yetkileri çerçevesinde yürütülmelidir.
Bugün hukukumuzun geldiği aşamada, kişinin eylemi ne olursa olsun, bir avukatın yardımından faydalanması bir kanun emridir. Sanık, bir süre sonra mağdura dönüşebilir ve devlet olarak mağduriyetini gidermek için tazminat ödemek zorunda kalınabilir. Ancak bu durumda bile gerçek mağduriyet tam anlamıyla giderilemeyebilir.
Sonuç olarak, toplumsal düzeni kim bozarsa bozsun, kanunların öngördüğü çerçevede cezalandırılmalıdır. Bireylerin mağduriyetleri ortaya çıktığında, kurulan mekanizmalarla bu mağduriyetler giderilmelidir. Devlet, hukuk düzeni ve toplumsal düzeni bozana karşı demir bir yumruk, toplumsal barışı sağlamaya çalışanlara ise kadife bir el olmalıdır.